Δευτέρα 13 Ιουνίου 2011

AKROPOLİS



Atina’ ya gelip te ziyaret etmeden gidemeyeceğiniz bir yer var ise, orası Akropol harabeleridir. Bilindiği üzere antik şehirlerin içinde veya etrafında bulunan yüksek ve sarp tepelerden en stratejik olanı surlarla çevrilir, tehlike arz eden zamanlarda, halkın savunma ve barınma yeri olarak kullanılırdı. Bu şehirlere uç kesimlerde bulundukları için de, uç-şehir anlamına gelen, «akropolis» ismi verilirdi. Yaklaşık her antik şehrin bir de akropolisi mevcuttur. Atina’ daki Akropol ise 156 m yüksekliğindeki, yalnız batı tarafından ulaşıma el veren, sarp bir kayadır. Şehrin en yüksek tepesi olmamasına karşın burasının savunma yeri olarak seçilmesinin sebebi ise, bu kayada su kaynaklarının mevcut olmasıdır.
Tepenin üzerinde ilk yerleşim kalıntıları bizleri neolitik çağlara kadar geri götürmekte. Surlarla çevrilmesi Miken düneminde, MÖ 13.yy’ da gerçekleşmiş, kralın sarayının temelleri ise bugün Partenon ile Erehtiyon tapınaklarının arasında görülebilmektedir. Atena tanrıçasına adanmış ilk tapınak ise, Erehtiyon tapınağı bölgesinde, MÖ 8.yy’ da gerçekleşiyor. Kutsal kaya üzerindeki yapılar son şeklini alıncaya kadar 7 tane irili ufaklı tapınak inşa edilmiş ve yıkılmış. Bu yıkımlardan en etkili olanı ise 480 senesinde Pers istilası ile gerçekleşen yıkımlar. Atinalılar bu yağmayı hiç unutmamış, hatta bu felaketi hiçbir zaman zihinlerinden silinmesin diye, eski tapınak parçalarını görülecek şekilde kayayı çevreleyen surlara entegre etmişler.
Bugün yılda yaklaşık 2.000.000 insanın ziyaret ettiği anıt, MÖ 447 senesinde inşa edilmeye başlamış ve MÖ 432 senesinde tamamlanmıştır. Bu dönem Atina’ nın altın çağı sayılan Perikles dönemidir. Perikles Atina’ yı layık olduğu binalarla süslemek için, dönemin en iyi ustalarını seferber etmiş ve mükemmelliğin sembolü olan Akropolis’ i ortaya çıkarmış.
Kutsal kayaya batı yönünden ulaşılır ve sağ tarafta görünen 6.000 kişilik odeon, yani kapalı tiyatro, görenleri hayran bırakır.



Basamakları çıkarken ziyaretçileri karşılayan, Mnisikles tarafından şekillendirilen, giriş kompleksi olur.


Bu kompleks sol tarafta, antik çağlarda ziyaretçilerin dinlenmeleri için oluşturulmuş sergi odası, sağ tarafta, zafer anlamına gelen, Nike tapınağı ile ortadaki giriş kapısından oluşmaktadır. Nike tapınağı «aptera» anlamına gelen kanatsız sıfatıyla anılır. Bunun da sebebi tanrıça heykelinin, Atina’ yı terk etmemesi için, geleneğe karşı gelerek, kanatsız yaptırılmasındandır. Bu mekanı terk etmeden evvel şöyle bir geriye dönüp manzaraya bir göz atın. Sol tarafınızda göreceğiniz Filopapos mezar anıtı, onun sağındaki alçak tepede halkın toplanıp politik tartışmalarını yaptığı Pnika tepesi, biraz daha sağda rasathane binası ve agora meydanı, en dipte de Pire limanı olacaktır. Sağ tarafınızda üzerinde kalabalığın bulunduğu kaya Ares kayasıdır.

Filopapos mezar anıtı :


Suriye’ deki Komagene kırallığından sürülen Gaius Julius Antiohus Filopapos’ un mozolesi 115 senesinde, Atina halkının izniyle, Akropol’ ün karşısındaki tepe üzerine inşa edilmiş. Filopapos Atina’ da önemli politik ve dini mevkilerde yer alarak halk tarafından çok takdir görmüş. Anıtın yüksekliği yaklaşık 12 m. Ön kısmı hafif yuvarlak olup, üzerinde dört atlı araba süren Filopapos rölyefi ile kendisinin ve atalarının heykelleri bulunmakta. Lahit ise anıtın arkasında kaide üzerine yerleştirilmiş.

Pnika :

 
Pnika tepesi antik çağlarda halkın toplantı yeri idi. Kelime itibariyle «kalabalık» anlamına gelmekte. MÖ 6.yy’ da ilk düzenlemeler yapılarak halk konseyi agora meydanından buraya taşınmış. Buna karşılık agora meydanında gizli oylamalara  devam edilmiş. MÖ 404 senesinde pnika’ nın yönü değiştirilerek konuşmacı kürsüsü kuzeyden güneye taşınmış. MÖ 330 senesinde ise yeni düzenleme ile toplantı yeri genişletilmiş ve kuzeydeki istinat duvarı sağlamlaştırılarak bir merdiven oluşturulmuş. Kayanın üzerine ise «bema», yani kürsü, oyulmuş. Kaya üzerindeki oyuklar Zeus için adak yerleridir.  MÖ 4.yy’ dan itibaren toplantı yeri olarak Dionisus tiyatrosu tercih edilmiş.

Rasathane :

 
Rasathane Georgios Sinas’ ın bağışlarıyla 1842 senesinde, Theophil Hansen’ in çizimleriyle inşa edilmiş. Dört yöne doğru uzanan yapı haç şeklinde inşa edilmiş. 1884’ te devlet yönetimine giren Milli Atina Rasathanesi aynı zamanda Balkanların da en eski araştırma merkezini oluşturmaktadır.   

Ares kayası :


Mitolojiye göre ilk mahkemenin toplandığı yer. Bu kaya üzerinde toplanan Olimpuslu tanrılar, Neptün’ ün oğlu Allirothius’ u öldürdüğü için, Ares’ i yargılamışlar. Allirothius Ares’ in kızına tecavüz etmeye yeltenmiş. Yargılamanın sonunda Ares suçsuz bulunmuş. Bugün bile Yunanistan’ ın Yüksek Mahkemesi «Ares Kayası» ismiyle anılmakta. Sen Pol 51 senesinde sevgi dini sayılan Hıristiyanlığı yaymak için, savaş tanrısının kayasını tercih ederek, sembolik bir girişimde bulunmuş. 

Kapıdan girdikten sonra sizi hayran bırakacak manzara görkemli Partenon tapınağı olacak. Dikkat ederseniz sol tarafta büyük bir kaidenin  parçalarına rastlayacaksınız. İşte bu kaide üzerinde artık izine rastlanmayan ama antik çağlarda Pire limanından görülebilen, 9 m yüksekliğindeki bronz Atena heykeli duruyormuş, ABD’ deki özgürlük anıtı gibi.
Partenon tapınağı bakire tanrıça Atena’ nın altın ve fildişinden yapılma heykelinin bulunduğu tapınak idi. Bu heykel 12 m yüksekliğinde olup Fidias tarafından bizzat yapılmış.


  Ne yazık ki bugün bu heykelden de bir iz yok. Tapınağın mimarları İktinos ve Kallikrates olup, genel gözetim ve heykeller Fidias ve ekolüne aittir. Yapının eni 30,88 m, uzunluğu 69,50 m, yüksekliği ise 13,72 m ‘dir. Bu yapı dışarıdan Dor üslubunda inşa edildiyse de iç tarafında, daha detaylı olan, İon stilini yansıtır. Çatı kısmındaki rölyeflerden batı kısmındakilerde Amazonların Atina’ dan kovulmaları, güney tarafta Sentor’ ların yenilgisi, kuzey tarafta Truva savaşı ve doğu kesimindeyse Olimpuslu tanrıların iktidarı nasıl ele geçirdikleri anlatılmaktadır. Bu dört savaş konusu iyinin kötüyü nasıl yendiği ve ölümsüzleştiği anlamını taşımaktadır. İç kısımdaki zoforos kısmında ise Atena’ ya atfedilmiş Panatinea yortusunu ele alan rölyeflerdir. Çatı kısmındaki batı alınlığında işlenen konu, Atena ve Neptün’ ün, şehrin koruyucu tanrıları olmaları için, yarışmalarıdır. Doğu tarafındaki girişin üzerindeki alınlıkta ise konu Atena’ nın Zeus’ un başından doğuşu olayıdır. Bütün bu heykellerin bulunan orijinal parçaları ve Lord Elgin tarafından İngiltere’ ye kaçırılan parçalar Akropolis müzesinde mevcut. 

 
              Bu tapınağa bakarken hiçbir düz çizgiden oluşmadığına dikkat etmek gerekir. Basamakları, sütunları, çatısı dahi düz çizgilerden oluşmamaktadır. Bu ilk defa, 1837 yılında, mimar Ernst Ziller tarafından fark edilmiş ve araştırma konusu olmuş. O zaman neden bu yapının antik çağlarda mükemmelliğin sembolü haline geldiği açıklığa kavuştu. Çünkü bu yapı tektonik bir bina değildi. Çünkü bu yapı sütunlar üzerine oturtulmuş bir çatıdan ibaret değildi. Bu yapı tabiatı konu alan, göz aldanmalarını gideren, perspektif kanunlarının ayrıntılarıyla işlendiği heykel gibi işlenmiş bir eserdi. İşte bunun için taklit edildiyse de, ilham kaynağı olduysa da ötesine geçilememiştir.
            Partenon’ dan sonra bayrağın dalgalandığı balkona çıkıp manzaraya bir göz atmak çok uygun. Sağ taraftan devam edip asıl ibadet yeri olan Erehtiyon tapınağını ziyaret etmek uygun olur.


 Bu tapınak Atena, Neptün ve Erehteas gibi Atina şehri ile alakalı mitolojik varlıkların tapıldığı kοmpleks şeklinde bir tapınak. Ayrıca bu tapınakta Atena’ nın oğlu Erehteas’ ın Zueus tarafından yıldırımla öldürüldüğü yeri de görebilirsiniz. 


 Ziyaretçilere en cazip gelen ise Kariates denen genç kız şeklindeki sütunlu mezardır. Bu sütunların da asıllarını müzede görebilir, Elgin tarafından kaçırılan bir tanesinin boş kalan yerini tespit edebilirsiniz.


           Akropol harabeleri tabii ki yalnız bu saydıklarımdan ibaret değil. Hem kayanın üzerinde, hem de etrafında onlarca tapınak kalıntısı var. Ayrıca ziyaret edebileceğiniz 12.000 kişilik bir de Dionisos tiyatrosu mevcut. Bu tiyatro aynı zamanda dünyanın ilk tiyatrosudur. Heykelleri ve diğer taşınabilir buluntuları görmek için mutlaka Akropolis müzesini ziyaret edin. Orada sizi aydınlatacak maketler de mevcut.


Ακρόπολη

           

                Αν υπάρχει ένας τόπος τον οποίο είναι αδύνατον να μην επισκεφτείτε ερχόμενοι στην Αθήνα, αυτός είναι η Ακρόπολη. Είναι βέβαια γνωστό ότι σχεδόν όλες οι αρχαίες πόλεις διέθεταν μία ακρόπολη, την οποία και τείχιζαν, ώστε εν καιρώ επιδρομών να αποτελεί καταφύγιο στους κατοίκους της. Επειδή λοιπόν οι πόλεις αυτές βρισκόντουσαν ψηλά, στο άκρον της πόλης, τους δόθηκε και η ανάλογη ονομασία. Η Ακρόπολις των Αθηνών βρίσκεται σε υψόμετρο 156 m και έχει απόκρημνες πλευρές, με πρόσβαση μονάχα από τη δυτική πλευρά. Αν και δεν αποτελεί τον ψηλότερο λόφο της πόλης, ο λόγος που προτιμήθηκε ήταν ασφαλώς η ύπαρξη υδάτινων πηγών.
            Τα αρχαιολογικά κατάλοιπα πάνω στο βράχο μας μεταφέρουν στη Νεολιθική εποχή, όπου συνέβη η πρώτη κατοίκηση. Η τείχισή της έγινε το 13ο αι. π.Χ., ενώ τα θεμέλια του μυκηναϊκού ανακτόρου σώζονται στο χώρο μεταξύ Ερεχθείου και Παρθενώνα. Ο πρώτος αφιερωμένος στην Αθηνά ναός φαίνεται ότι κτίστηκε, τον 8ο αι. π.Χ. και βρισκόταν στο χώρο του Ερεχθείου. Επτά μικροί και μεγάλοι ναοί  πρέπει να διαδέχθηκαν ο ένας τον άλλον μέχρι να καταλήξουμε στην εικόνα που βλέπουμε σήμερα. Οι καταστροφές δε που σημάδεψαν την ιστορία του τόπου ήταν αυτές των Περσών, του 480 π.Χ. Οι Αθηναίοι ποτέ δε συγχώρεσαν αυτή τη λεηλασία και εις ανάμνηση του γεγονότος τοποθέτησαν τα μαρμάρινα μέλη, ώστε να τους θυμίζουν ες αεί τη βαρβαρότητα αυτή.
            Ο ναός που θαυμάζουν σήμερα 2.000.000 περίπου επισκεπτών το χρόνο ξεκίνησε να οικοδομείται το 447 π.Χ. και ολοκληρώθηκε το 432 π.Χ., μαζί με το γλυπτό του διάκοσμο. Η εποχή αυτή είναι και η λεγόμενη χρυσή εποχή των Αθηνών της διακυβέρνησης του Περικλή. Ο Περικλής με σκοπό να κοσμήσει την Αθήνα με κτίσματα  ισάξια της δόξας της, επιστράτευσε την ελίτ των καλλιτεχνών και αρχιτεκτόνων της εποχής. Έτσι προέκυψε ένα αποτέλεσμα το οποίο ταυτίστηκε με το σύμβολο του μέτρου και της τελειότητας.
            Καθώς ανηφορίζουμε στο βράχο, στη δεξιά πλευρά, βλέπουμε το εντυπωσιακό Ωδείο του Ηρώδη του Αττικού. Η χωρητικότητα του Ωδείου είναι περίπου 6.000 θεατές και είναι το πρώτο σημείο όπου οι επισκέπτες σπεύδουν να φωτογραφίσουν και να φωτογραφηθούν. Στο Ηρώδειο κάθε χρόνο τους καλοκαιρινούς μήνες διεξάγεται  το ομώνυμο φεστιβάλ. 


         Όταν προσεγγίσουμε τη δυτική πλευρά φαντάζουν θεόρατα τα προπύλαια που αποτελούν και το καλωσόρισμα. 

 
           Τα Προπύλαια ουσιαστικά είναι ένα σύμπλεγμα κτισμάτων που σχεδιάστηκαν και εκτελέστηκαν από τον Μνησικλή. Αποτελούνται από την Πινακοθήκη αριστερά, το Ναό της Νίκης δεξιά και την πύλη εισόδου στο κέντρο. Ο Ναός της Νίκης μνημονεύεται με το επίθετο «άπτερος», καθώς οι Αθηναίοι δεν κατασκεύασαν φτερά στο άγαλμα με την ελπίδα ότι έτσι δε θα εγκαταλείψει ποτέ την πόλη. Η Πινακοθήκη ήταν ο χώρος όπου οι επισκέπτες είχαν την ευκαιρία της ανάπαυσης προτού μπουν στο ιερό, εφόσον είχαν κουραστεί από την ανάβαση. Στο χώρο αυτό είχαν την ευκαιρία να θαυμάσουν τους ζωγραφισμένους πάνω σε ξύλο πίνακες σημαντικών καλλιτεχνών της εποχής. Εμείς όμως που δεν έχουμε την ευκαιρία αυτή καλό θα είναι να ρίξουμε μια ματιά στη θέα των Αθηνών, γυρίζοντας την πλάτη στα Προπύλαια, ώστε να προχωρήσουμε μετά πιο ξεκούραστοι. Ξεκινώντας από αριστερά βλέπει κανείς το ταφικό μνημείο του Φιλοπάππου, δίπλα ακριβώς, στο χαμηλό λόφο, διακρίνονται τα ερείπια της Πνύκας, ακόμα δεξιότερα το Αστεροσκοπείο και ο χώρος της Αγοράς με το Ναό του Ηφαίστου. Στο βάθος φαίνεται ο Πειραιάς, ενώ ο βράχος που βρίσκεται πλησίον μας στα δεξιά και συνήθως κατακλύζεται από κόσμο είναι ο Άρειος Πάγος.

Μνημείο Φιλοπάππου :


Πρόκειται για ταφικό μνημείο προς τιμήν του εξόριστου ηγεμόνα της Κομμαγηνής στη Συρία Γάιου Ιούλιου Αντίοχου Φιλόπαππου, το οποίο κατασκευάστηκε με άδεια του Δήμου το 115. Ο Φιλόπαππος ανέλαβε στην Αθήνα δημόσια αλλά και θρησκευτικά αξιώματα. Το μαυσωλείο είναι κτισμένο από πεντελικό μάρμαρο και είχε ύψος περίπου 12 m. Από την Ακρόπολη είναι ορατή η βόρεια πλευρά. Στην κεντρική κόγχη βρίσκεται το καθιστό άγαλμα του Φιλόπαππου, στην αριστερή του παππού του Αντίοχου Δ΄ και τη δεξιά, που δε σώζεται, ήταν τοποθετημένο το άγαλμα του ιδρυτή της δυναστείας Σέλευκου Α΄ Νικάτωρα. Στη ζωφόρο, κάτω από τις κόγχες, παριστάνεται  ο Φιλόπαππος σε τέθριππο. Η σαρκοφάγος βρίσκεται πίσω από το μνημείο.
 
Πνύκα :

 

 
Η Πνύκα ήταν χώρος συνέλευσης του Δήμου. Η λέξη προέρχεται από το «πυκνός» που δηλώνει τη συγκέντρωση πλήθους. Στα τέλη του 6ου π.Χ. αι. γίνεται η πρώτη διαμόρφωση του χώρου και η Εκκλησία του Δήμου συνέρχεται πλέον στην Πνύκα και όχι στην Αγορά. Ωστόσο στην Αγορά εξακολουθούσαν να τελούνται οι μυστικές ψηφοφορίες και ο οστρακισμός. Με το τέλος του πελοποννησιακού πολέμου το 404 π.Χ. αλλάζει ο προσανατολισμός και ο ομιλητής παίρνει θέση στη νότια πλευρά. Το 330 π.Χ. διευρύνεται το κοίλον και κατασκευάζεται νέος αναλημματικός τοίχος με κτιστή σκάλα απ’ όπου και γινόταν η πρόσβαση. Πάνω στο βράχο λαξεύεται το βήμα. Τα λαξεύματα στο μέτωπο του βράχου διαμορφώθηκαν για τα αφιερώματα προς τιμήν του Υψίστου Δία. Από τα τέλη του 4ου π.Χ. αι. οι συνελεύσεις σταδιακά μεταφέρθηκαν στο Διονυσιακό θέατρο.

Αστεροσκοπείο :

 
Το Αστεροσκοπείο ιδρύθηκε από τον Βαρώνο Γεωργίο Σίνα το 1842. Το κτήριο σχεδιάστηκε από τον Theophil Hansen και έχει σταυρόσχημη κάτοψη, ώστε να απλώνεται στα τέσσερα σημεία του ορίζοντα. Από το 1884 τη λειτουργία του ιδρύματος την ανέλαβε το κράτος. Το Εθνικό Αστεροσκοπείο Αθηνών αποτελεί το αρχαιότερο ερευνητικό ίδρυμα των Βαλκανίων.

Άρειος Πάγος :

 

Σύμφωνα με τη μυθολογία πάνω στο βράχο αυτό πραγματοποιήθηκε η πρώτη δίκη όταν ο Άρης σκότωσε το γιο του Ποσειδώνα, Αλιρρόθιο,  ο οποίος επιχείρησε να βιάσει την κόρη του. Αυτό το βράχο προτίμησε ο Απόστολος Παύλος για το κήρυγμά της αγάπης της νέας θρησκείας. 
        
Προχωρώντας από την είσοδο μένει έκθαμβος ο επισκέπτης στη θέα του Παρθενώνα. Αν παρατηρήσετε αριστερά θα δείτε τα λείψανα του μαρμάρινου βάθρου του τεράστιου αγάλματος της Αθηνάς που δε σώζεται, ύψους 9 m, το οποίο ήταν χάλκινο και φαινόταν από τον Πειραιά. Κάτι ανάλογο με το Άγαλμα της Ελευθερίας στις ΗΠΑ.
            Ο Παρθενώνας ήταν ο Ναός όπου φυλάσσονταν το χρυσελεφάντινο άγαλμα της Αθηνάς Παρθένου. Το άγαλμα αυτό είχε ύψος 12 μέτρα και είχε φιλοτεχνηθεί από τον ίδιο τον Φειδία. Δυστυχώς σήμερα δεν υπάρχει κανένα ίχνος από αυτό.




 Αρχιτέκτονες του Ναού ήταν ο Ικτίνος και ο Καλλικράτης, ενώ η γενική εποπτεία του έργου ανήκε στον Φειδία. Το κτίσμα είχε πλάτος 30,88 m, μήκος 69,50 m και ύψος 13,72 m. Αν και εξωτερικά έχει δωρικά χαρακτηριστικά, εσωτερικά ακολουθεί τον περίτεχνο ιωνικό ρυθμό. Στην εξωτερική ζωφόρο του ναού  εκτυλίσσονται τέσσερα διαφορετικά θέματα, τέσσερεις μυθικές μάχες σε συνάφεια με την Αθήνα και την Αθηνά. Δυτικά παρακολουθούμε την Αμαζωνομαχία, είναι η μάχη κατά την οποία ο Θησέας απομάκρυνε τον κίνδυνο που απειλούσε την πόλη. Βόρεια ο Τρωικός Πόλεμος, η μεγάλη νίκη των Ελλήνων και νότια η Κενταυρομαχία, όπου με τη βοήθεια του Θησέα, του μεγάλου ήρωα των Αθηνών, κατανικήθηκαν οι Κένταυροι που δεν σεβάστηκαν τους Λαπίθες. Τέλος στην ανατολική πλευρά εξιστορείται η Γιγαντομαχία, η μεγάλη νίκη των ολύμπιων θεών, που σηματοδοτεί την υπεροχή του πνεύματος και την τιθάσευση των δυνάμεων της φύσης. Είναι έκδηλη η προσπάθεια απόδοσης, μέσω αυτών των θεμάτων, της νίκης του καλού ενάντια στο κακό και το ανεξέλεγκτο. Στην εσωτερική ζωφόρο από την άλλη, υπάρχει ενιαίο θέμα, γι’ αυτό και έχει επιλεγεί η ιωνική ζωφόρος. Παριστάνεται η πομπή των Μεγάλων Παναθηναίων και η παράδοση του πέπλου. Αυτή ήταν η μεγάλη γιορτή με την οποία οι Αθηναίοι τιμούσαν την προστάτιδα θεά τους. Όσο για τα αετώματα, στο δυτικό έχουμε τον μύθο του αγώνα μεταξύ Ποσειδώνα και Αθηνάς, όπου η τελευταία χάρη στην προσφορά της θα γίνει και πολιούχος, ενώ στο ανατολικό παρακολουθούμε τη γέννηση της θεάς και τη στέψη της από τη Νίκη. Όλα τα ανευρεθέντα αυθεντικά γλυπτά, μαζί με αντίγραφα των κλεμμένων από τον Έλγιν, μπορείτε να τα θαυμάσετε στο Μουσείο της Ακρόπολης.


               Παρατηρώντας κανείς το μνημείο θα διαπιστώσει ότι δεν υπάρχουν ευθείες γραμμές. Ούτε το κρηπίδωμα, ούτε οι κολώνες, αλλά ούτε και η στέγη διαμορφώνονται ευθύγραμμα. Αυτό για πρώτη φορά διαπιστώθηκε από τον Ernst Ziller το 1837 και έγινε αντικείμενο εκτεταμένης μελέτης. Τότε έγινε κατανοητό για ποιο λόγο ο ναός αυτός ήταν συνώνυμο της τελειότητας. Διότι ο ναός αυτός δεν αποτελούνταν από μια στέγη τοποθετημένη πάνω σε κίονες. Ο ναός αυτός ήταν η μίμηση της φύσης, με τις οφθαλμαπάτες και τους κανόνες προοπτικής της και ως εκ τούτου ήταν ένα οικοδόμημα δουλεμένο σαν γλυπτό και όχι μια απλή τεκτονική κατασκευή. Αυτός είναι και ο λόγος όπου τούτη η σύλληψη αν και πολλάκις μιμήθηκε, δεν υπερνικήθηκε.
            Μετά τον Παρθενώνα θα ήταν καλό να ανέβει κανείς στον εξώστη όπου κυματίζει η σημαία. Η θέα είναι υπέροχη και τέλεια για μια φωτογράφηση. Είναι όμως και τόπος θύμησης του ηρωισμού των Απόστολου Σάντα και Μανόλη Γλέζου που υπέστειλαν τη ναζιστική σημαία, αλλά και του Κωνσταντίνου Κουκίδη ο οποίος αυτοκτόνησε αρνούμενος να παραδώσει τη σημαία στις δυνάμεις κατοχής. Στη συνέχεια προχωρούμε προς το Ερεχθείο.


            Ο ναός αυτός ήταν τόπος προσκυνήματος όλων εκείνων των θεοτήτων και μυθικών προσώπων που λατρευόντουσαν στην Αθήνα. Στο χώρο αυτό θα δει ο επισκέπτης και το σημείο όπου ο Δίας θανάτωσε κεραυνοβολώντας τον Ερεχθέα. 


           Το σημείο όμως που γοητεύει περισσότερο τους επισκέπτες ασφαλώς είναι ο εξώστης με τις Καρυάτιδες. Οι αυθεντικές κόρες που φροντίζουν τον τάφο του Κέκροπα σήμερα φυλάσσονται στο Νέο Μουσείο, όπου και μοιρολογούν την ξενιτεμένη αδελφή τους. 


 

         Προφανώς οι αρχαιότητες της Ακροπόλεως δεν περιορίζονται μόνο σε αυτές που ακροθιγώς αναφέρθηκα. Ο χώρος πάνω και γύρω από το βράχο είναι κατάμεστος από λείψανα ναών και άλλων μνημείων. Άξιο επίσκεψης βέβαια είναι και το διονυσιακό θέατρο χωρητικότητας 12.000 θεατών, όπου έλαβαν χώρα οι πρώτες θεατρικές παραστάσεις. Αν θέλετε να δείτε τα γλυπτά και τα κινητά ευρήματα του χώρου οπωσδήποτε πρέπει να επισκεφτείτε το Μουσείο της Ακρόπολης και βέβαια να μην παραλείψετε να περιεργαστείτε και τις μακέτες που είναι άκρως διαφωτιστικές.



PANEPİSTİMİU - STADİU CADDELERİ

Panepistimiu caddesi :

Parlamento binasının önünden başlayıp Omonia meydanında biten Panepistimiu caddesi, başkentin mimari açıdan en değerli binalarının bulunduğu yoldur. Βu yol aynı zamanda önemli bir ticaret merkezidir.

Numismatik müzesi :

Sindağma meydanından hareketle sağ tarafınızda göreceğiniz ve bugün numismatik müzesi olarak kullanılan bina, Truva ve Miken kalıntılarını keşfeden Şliman için 1878-80 yıllarında inşa edilmiş binadır. Bu binanın çizimleri Ernst Ziller tarafından yapılmış, 19. yy’ ın en güzel yapılarındandır. Bu müze, MÖ 14.yy’ dan başlayarak sergilenen 500.000 ‘den fazla sikke ile, alanında dünyanın saygın müzeleri arasında yer almaktadır.

Göz hastalıkları merkezi : 


Göz hastalıkları merkezi hemen sonra göreceğiniz, tuğlalarla inşa edilmiş Bizans üslubundaki yapıdır. Bu yapı dönemin neoklasik eyilimine karşı bir  cevap oluşturmakta, Lisandros Kaftancıoğlu tarafından 1855’ te inşa edilmiştir.

Agios Dionisios Kilisesi : 

 

Agios Dionisios Atinan’ nın koruyucu azizi, bu kilise ise Katolik Piskoposu’ nun merkezi olarak kullanılmakta. Neoklasik tarzda inşa edilmiş kilisenin inşaatı 1853’ de başladıysa da, mali sebeplerden dolayı ancak 1887 senesinde tamamlanabilmiş. Binanın ilk çizimleri Leo von Klenze’ ye ait olmasına karşın, Lisandros Kaftancıoğlu çizimleri tekrar elden geçirerek son halini vermiştir. Bu binayı da geçtikten sonra Atina’ nın incilerini oluşturan üç binaya varıyoruz.

Atina Akademisi :


Atina Akademisi binası Theophil Hansen tarafından çizilmiş ve 1859 senesinde temelleri atıldıysa da 1885 senesinde tamamlanabilmiş. Bina İon sütunlarıyla süslenmiş neoklasik tarzın en güzel örneği sayılmakta. Binanın ön cephesinde iki İon sütunu üzerinde Leonidas Drosis’ e ait Apollo ve Atena heykelleri aydınlığın temsilcileri olup, Eflatun ve Aristo’ nun heykelleriyle felsefeye atıfta bulunulmaktadır.   

Milli Atina Üniversitesi :

 

Akademi binasını geçtikten sonra Milli Atina Üniversitesi’ ne varıyoruz. Bu bina Christian Hansen tarafından çizilmiş ve 1864 senesinde tamamlanabilmiş. Binanın ön cephesindeki Karl Rahl’ a ait duvar resimlerinde,  Kral Otto döneminde sanat ve bilimin gelişmesi konusu işlenmekte. Bu bina Üniversite’ nin yönetim binası olarak kullanılmakta ve yalnız özel törenler düzenlenmektedir.

Milli kütüphane :


Üniversite binasının hemen yanında ise Milli kütüphane binası bulunmakta. Bu bina Theophil Hansen tarafından çizilmiş, 1902 senesinde açılışı yapılmıştır. 700.000 kadar esere, 1.200.000 cilt kitaba, 250.000 ciltlik dergiye, 9.yy’ dan 19.yy’ a  kadar 4.500 kadar el yazmasına ve  10.000 haritaya sahip kütüphane, hem bina olarak hem de muhteviyat açısından ziyaretçileri tatmin etmektedir. 


Danıştay binası :



Lisandros Kaftancıoğlu’ nun çizimleriyle, 1852’ de inşa edilen bina neoklasik tarzın güzel örneklerindendir. Mimarisinde her türlü abartıdan kaçınılmış, sade ancak etkili bir görünüme sahiptir. İki katlı yapının arkasında avlu mevcuttur. Okul olarak inşa edilen bina 1989’ daki restorasyondan sonra Danıştay binası olarak kullanılmaktadır.

Omonia meydanı :

 

Omonia meydanından geri dönüp Sindağma’ ya Stadiu caddesinden ulaşabilirsiniz. Omonia meydanı eskiden çok güzel bir meydan olmasına karşın bugün ne yazık ki görülmese daha iyi denebilecek halde.  

Satdiu caddesi :

 

Bu cadde Panepistimiu caddesine paralel şekilde Omonia meydanı ile Sindağma meydanlarını birleştirmekte ve başkentin en işlek yollarından birini teşkil etmektedir.

Klaftmonos meydanı : 


Sindağma istikametinde sağ tarafta bulunan meydan, 19.yy’ da devamlı hükümet değişiklikleri yüzünden işlerinden olan kamu çalışanlarının toplanıp ağladığı meydandır. İsminin de kelime anlamı ağlama meydanıdır. Bugün meydanın ortasında bulunan heykel milli beraberliği sembolize ediyor. Meydanın sol tarafında bulunan Atina müzesi, Kral Otto’ nun saray inşa edilinceye kadar kullandığı evdir.

Eski parlamento binası: 

 

Klaftmonos meydanını geçtikten sonra Kolokotronis meydanına varıyoruz. Bu meydanda dikkatimizi çekecek olan heykel, kurtuluş savaşının en önemli kahramanı Kolokotronis’ e aittir. Heykelin hemen arkasındaki bina ise 1935’ e kadar parlamento binası olarak kullanılmış yapıdır. Bu binannın temel atma töreni kraliçe Amalia tarafından yapılmış, çizimleri ise Francois Boulanger’ e aittir. Bugün artık tarih müzesini olarak kullanılıyor.